2022 yılının en iyi 5 filmi

TAKİP ET

2022 yılının en iyi 5 filmi

THE MENU

Özel bir akşam yemeğini anlatan ‘The Menu’ delilik, öfke ve isyanın kesiştiği bir ruh halinin filmi. Olaylar, birçok insanın rezervasyon yaptırmak için aylarca sıra beklemeyi göze aldığı Hawthorne adlı ‘çok özel’ bir restoranda geçer. Öylesine özel ki, küçük bir adada yer aldığını görürüz. Teknelerle ulaşılan adada her akşam sadece ‘12 seçkin kişi’ye servis yapılır. İçlerinde dünyanın en zengin insanlarının da olduğu müşterilerin hiçbiri menüden yemek seçemez. Dünyaca ünlü efsane şef Julian Slowik önlerine ne koyuyorsa onu yerlerr. Adayı, şef Slowik ile ekibini ve müşterileri, tekneye binmeden önce gördüğümüz genç çift Margot ve Tyler’ın bakış açısıyla tanırız. Yemeği iple çeken, tadacağı her yemeği arzuyla bekleyen Tyler için şef Slowik yeryüzüne inmiş bir Olimpos tanrısından farksız. Margot ise onun tam aksine daha ilk andan başlayarak ortamdan hiç etkilenmeyen, yemeğe ve sunuma karşı hayli ilgisiz biri. Dahası Slowik’in para karşılığı hizmet verdiği insanlar üzerindeki etkisini anlamsız ve abartılı buluyor. Mark Mylod’un yönettiği filmdeki olaylar giderek daha gerçeküstü hale gelir ve bizi gerçek dünyadaki benzeri restoranlarda olup bitenler üzerine düşündürmeyi başarır.

 KURAK GÜNLER

Emin Alper, yeni filminde hayali bir Anadolu kasabasındaki iktidar ilişkilerini mercek altına alır. Öncelikle çoğunluğun, azınlık üzerindeki baskısının anatomisini çıkardığı söylenebilir. Kasabadaki iktidar ilişkilerinin keşfine, yasaları ve devleti temsil eden bir savcı ile çıkmamız, kuşkusuz filmin en dikkat çekici yanı. Yeni atanan genç savcı Emre, kasabaya gelir gelmez yasaları uygulama konusunda kararlı tutum sergileyeceğini gösterir. Kasabanın belediye başkanını ve onun temsil ettiği gücü, başlangıçta kendine karşı tehdit olarak algılamaz. Devleti ve yasaları temsil eden biri olarak kendine güvenir, sadece işine odaklanmak ister. Taşradaki iktidarın parçası olmayı reddeder. Buna karşın, belediye başkanına kadar uzanan yolsuzluk iddiaları konusunda da hiçbir şey yapmaması gerektiği ima edilir. Tanık olduğu olaylar üzerinden ayrımcılığa karşı çıkmaya ve zayıfları korumaya çalışır. Ama ayrımcılık ve zayıfları ezmenin, taşradaki erkek çoğunluğun vazgeçemediği gelenekler olduğunu keşfeder. Filmde gerilim duygusu ağır basıyor çünkü Emin Alper, ‘Kurak Günler’i savcı Emre’nin bakış açısından psikolojik bir kâbus olarak kurgular.

 THE WONDER

 

Sebastien Leilo’nun yönettiği film İrlanda’da 1 milyona yakın insanın hayatını kaybettiği Büyük Kıtlık’tan (1845-1852) 10 yıl sonra geçerr. Her şeyin odağında ağzına tek lokma koymadan, Tanrı’nın besini ‘manna’ ile hayatını sürdürdüğünü söyleyen 11-12 yaşlarındaki kız çocuğu Anna var. İngiliz hemşire Elizabeth ‘Lib’ Wright (Florence Pugh), hayatını yoksul ve dindar ailesiyle birlikte sürdüren genç Anna’yı yakından gözlemlemek için gelir İrlanda kırsalına. Köyün ileri gelenlerinden oluşan komite, O’Donnell ailesinin iddiasının doğruluğunu araştırmak için tutar onu. Etkili görsel atmosferiyle gizemli gerilim gibi başlayan ‘Mucize’, karakter tasvirleri ve sosyal gözlemlerle psikolojik drama doğru evrilir. Hem karakter psikolojilerinde hem sosyolojik gözlemlerde giderek derinleşen bir filmdir. Olayın ardındaki gerçeği anlama konusundaki ısrarından hiç vazgeçmeyen, köyün hayalci doktorundan bile kuşkucu olan Lib ile birlikte ürpertici sırları keşfedilirken; dinsel bağnazlık ve fanatizmin merhametsiz yüzüyle karşılaşılır.

AYRILMA KARARI
 

Busan kentinde çalışan ve uykusuzluk sorunu yaşayan cinayet masası dedektifi Hae-Jun, kaya tırmanışı sırasında hayatını kaybeden emekli devlet memurunun ölümünü araştırırken, adamın Çinli eşi Song Seo-rae ile tanışır. Ondan kuşkulanması, onu sorgulaması, hatta onu takip etmesi kuşkusuz işinin gereğidir. Ama gözetleme konusunda mesleki sınırları aştığını, röntgenciliğin alanına girdiğini hissederiz. Bir süre sonra elindeki diğer cinayet dosyalarını ihmal etmeye ve sadece Seo-rae ile ilgilenmeye başlar. Yaptığı araştırmalar Seo-rae’nin eşini öldürmek için geçerli nedenleri olduğunu gösterir ama elinde kanıt yoktur. Daha önemlisi, evli biri olmasına rağmen Seo-rae’den giderek daha fazla hoşlanır. Çin’den kaçak olarak Güney Kore’ye gelen ve ölen eşinin yardımıyla ülkede kalmayı başaran Seo-rae gizemli bir kadındır. İşini en doğru şekilde yapmaya çalışan Hae-Jun ve cinayet şüphelisi Seo-rae’nin ilişkisi, soruşturma sürecinde kaçınılmaz şekilde gelişir. Güney Koreli yönetmen Park Chan-wook, ‘femme fatale’ (meşum kadın) imgesi üzerinden şekillenen bir hikâye anlatılırr.

Uluslararası Film Oscar’ının yanı sıra Cannes Film Festivali’nde en iyi senaryo ile FIPRESCI ödüllerini kazanan; birçok eleştirmen birliği tarafından 2021’in en iyisi olarak belirlenen film Türkiye’de 2022 yılının ocak ayında gösterime girdi. Japon yönetmen Ryusuke Hamaguchi’nin, Haruki Murakami’nin öyküsünden uyarlandığı film, dikkat ve sabır isteyen dingin temposuyla öne çıkıyordu. Seyirciyi alıp götüren bir hikâye örgüsü olmayan, ana akım sinemanın tümüyle dışında duran bir yapısı vardır. Film, eşinin ölümünün ardından konuk yönetmen olarak ‘Vanya Dayı’yı sahnelemek için Hiroşima’ya gelen Kafuku’nun, özel kadın şoförü Misaki ve oyunda rol alan genç erkek oyuncu Koji ile ilişkileri üzerinden gelişir. Film başta Oto olmak üzere diğer iki karakterin geçmişine doğru uzandıkça derinlik kazanıyordu. Filmin etkisi, dramatik gerginliklerden ziyade karakter psikolojilerinin derinlemesine ele alınabilmesinden gelir.

KAHRAMAN

 

İranlı yönetmen Asghar Farhadi’nin İran’da çektiği film, medya ve sosyal medya üzerinden ‘iyilik’, ‘kahramanlık’, ‘imaj’, ‘ahlak’, ‘doğruluk’ gibi kavramların göreceliğini ele alması itibarıyla öncelikle bir sosyal medya çağı hikâyesi anlatılır. Cezaevinden çıkan Rahim’in eline özgür kalmak için bir fırsat geçer. Kız arkadaşının bulduğu altınları borcunun yarısı karşılığında alacaklısına teslim etmeyi düşünmektedir. Ama sonra vazgeçip altınları sahibine vermeye karar verir. Rahim’in davranışını fark eden cezaevi yönetiminin girişimleriyle haber medyada çıkar ve Rahim kahraman olur… Ama bir süre sonra ‘kahraman’ ilan edilmesinde rolü olan herkesle çatışma içinde bulur kendini. Çünkü sosyal medyanın doğasında hep olduğu gibi ‘kahramanlık’ gibi değerler beraberinde karşıt kutbu da hemen oluşturur. Özgürlüğünü medya üzerinden elde etme kararını vermesiyle birlikte Rahim, her şeyin imajlarla ilgili olduğu, güvensiz, kaypak bir alanda bulur kendini. Sonuçta, medya insanın bugün kahraman, yarın rezil olabileceği bir yerdir.

​​​​​​​